Son
zamanlarda öylesine depresif bir ruh hali içindeyim ki selamlaşmak için “naber,
nasılsın” diye soranlara formaliteden olsa bile “iyiyim” diyemiyorum. “Kötüyüm,
baya mutsuzum” diye cevap verince karşıdaki de bir afallıyor, sorduğuna
soracağına pişman olup sessizce uzaklaşıyor yanımdan.
Öyle
dram modundayım ki Karagül diye saçma bir dizi var, orada paso ağlayan bir
ergen delikanlı var, aynı onun gibiyim. Diziyi izlemiyorum ama sanırım üç ay
önce gittiğim bir ev oturmasında ev sahipleri izlediği için benim de gözüm
takılmıştı, çocuk bi mezarın başında ağlıyordu. Sordum, Özcan Deniz babasıymış
ama çocuk babası olduğunu bilmeden büyümüş, tam öğrenmiş babasına kavuşacak
derken Özcan Deniz ölmüş. Ama bu arada Özcan Deniz’in dizideki ikinci
ölümüymüş, birincisinde öldü sanmışlar ama ortadan kaybolmuşmuş (ki bu arada Özcan
Deniz gidip bir başka dizide oynamış) tabii herkes adam öldü sanıp hayatına
devam etmiş. Sonra Özcan dönmüş, herkeste bi sevinç bi mutluluk. Bir iki bölüm
takıldıktan sonra bu sefer sahiden ölmüş. Çocuk da mezarı başında ‘geç buldum
tez kaybettim’ diye ağlıyordu. Neyse aradan üç ay geçti, geçen günlerde yine
aynı eve ev oturmasına gittim, Karagül günü, yemin ederim çocuk yine mezar
başında ağlıyordu. Üç ay ya, 12 bölüm geçmiş aradan adam hala bıraktığım yerde
duruyor. Bu sefer de anası ölmüş. Dedim ne bitmez çilesi varmış çocuğun. Bir
yandan da cenabetlik çocukta mı diye de düşünmeden edemedim ya neyse.
İşte ben
de bu çocuk gibi senaristin gazabına uğradım sanırım. Hiç mi güzel bir gelişme olmaz
hayatımda ya! Neye elimi atsam elimde kalıyor. Senelerce ne çilem varmış, çek
çek uğraş uğraş bitmedi. Başrol oyuncusu olarak bir benim bir de Arka Sokaklar
ekibinin başına dünya kadar olay geliyor. Günün birinde pes edicem, bu dünyadan
Hodor gibi göçüp efsane olucam az kaldı.
Mutsuzluk
öyle darlıyor ki içimi ota boka ağlıyorum artık. Bir insan bulaşık makinesini
boşaltırken elinden kaşık düştü diye ağlar mı? Ya da bakın bu daha absürd, kursta
almanca cümle kuramadı diye gözleri dolup sınıfa trip atar mı? Ben yapıyorum.
Yaptıkça kendime daha çok sinir oluyorum böyle mızmız bir insana dönüştüm diye.
Öfke…
Her şeye öfkeleniyorum, bana yardım etmeyenlere, hislerimi hafife alanlara, “sabret
muradına ereceksin, olacak elbet” diyenlere, bu kadar zor olduğu için Almanca’ya,
uzaklara gitti diye sevgilime ama en çok da kendime öfkeleniyorum. Her şeyi
kendi başıma ben açıyorum en nihayetinde. Hiç kimsenin bu durumda suçu yok ve
bundan dolayı hıncımı en fazla kendimden çıkarıyorum, kendi canımı en çok
kendim yakıyorum.
“Döndüm
kıbleye doğru açtım ellerimi, yalvardım allahıma duysun diye beniii” diye İbo
şarkıları söylüyorum evde. Hayır sesim de kötü, çevreye de birazcık rahatsızlık
veriyorum ama napıyım, canımız sıkkın “ben her geceee sarhoşum derdimdeeen
böyleeee, aşk yolundaaa berduşum kaderim böyleee” diye iki tek atıp
efkarlanamıcaz mı canım aaa!!!
Çok şey
değil, ufacık bir işaret istiyorum, geleceğin güzel olacağına dair minik bir
işaret. Kapkaranlık iç dünyamı aydınlatacak bir mum ışığı. Şımarık bir insan
değilim, “küçük şeyler illa ki oluyordur, sen görmeyi bilmiyorsun” demeyin
gözünüzü seveyim, olsa benim gibi bir insan bu kadar olumsuz olur mu, her gece “çok
mutsuzum” diye ağlar mı. Yok! Beni gelecek için umutlandıracak hiçbir şey yok!
Olmuyor ve olacağı da yok.
Artık “eninde
sonunda olacak” cümlesini duymaktan, “sen inan, inanırsan olur” klişelerinden
de bıktım. Yeterince beklersen her şey olur tabi, ama evrenin ‘yeterince’si üç
yıl mı beş yıl mı kim bilecek… Ben inanırsam olurmuş. Ulan inanmayı bırak ben
kafa olarak artık burada yaşamıyorum, inanması mı kalmış. Hani? Bir bok olduğu
yok işte. Myth busted canımslar.
Valla
billa kendi hayatımdan o kadar bezdim ki, Arka Sokaklar dizisine geçicem. Bak
Hüsnü Çoban öldü sandık, bir yoğun bakım sahnesi, iki elektroşok, bir doz
epinefrinle adamı beş çocuğuna, Suat yengemize bağışladılar. Senarist dediğin böyle
olur arkadaş, benimki Bihter Ziyagil gibi sıktıracak iki göğsümün arasına! Olmaz
ki böyle…